Değerli yazarları ve yazılarıyla her geçen gün okurlarının beğenisini daha çok kazanacağını umduğum ‘Paprika’ dergisininin bu ilk sayısında ‘aşk-evlilik-sadakatsizlik’ üçgeni üzerinde yazmış olmamın temel nedeninin tüm insanların bu üçlüden en az birinin en az bir kez yaşıyor olmaları ile ilgili olduğunu belirtmek isterim.
Yaşamımız boyunca gözümüzü yakalayan birçok şey vardır. Ancak bunların çok azı yüreğimizi ve ruhumuzu da yakalar. Aşk, evlilik ve sadakatsizlik acısı gibi!.. Aşk “ben”leri yok etmek pahasına “biz” olabilmektir. Sınırları iyi çizilmiş bir evlilik “ben”leri koruyarak “biz” olabilme sanatıdır. Sadakatsizlik ise “biz”i yok etme riskini göze almaktır.
Kendisine yatırım yapmış olan insanların önemli bir kısmını hayalkırıklığına uğratmış olması evlilik kurumunun halen dünyanın en büyük gönüllü organizasyonu olmasına engel olmuyor. Ömrünün kısa olması, geçici bir görme kusuru olduğunun bilinmesi hatta karşılık bulumadığında tarifsiz acılara neden olabilmesi tekrar tekrar aşık olmayı engellemiyor. Yıllarca emek verilmiş bir ilişkinin varlığı ve bu ilişkiye verilen önem ise sadakatsizliklerin yaşanmasını engelleyemiyor. Her şeye rağmen hepimizin yaşantısının içinde olabildikleri için her üç deneyimde daha iyi anlaşılması gereken yaşantılar oluyor.
Gelin bu üçlünün bileşenlerini bu ilk sayıda yüzeysel bir boyutta gözen geçirelim. Aşk insan yaşamının neredeyse kaçınılmaz bir yanılsamasıdır. Aşkı kaçınılmaz yapan nedenleri anlamaya çalışırken tüm aşkların ortak özelliklerini gözden geçirmek yararlı olur. Biri diğerine aşık olduğunda aşık olunan kişinin algılanması değişir. Artık onda hangi özellikler görülmek istenirse onlar görülecektir. Neyi bulmak istersek onu göreceğimize göre aşk bir görme kusuruolarak da tanımlanabilir. Mükemmel aşıklar – mükemmel birliktelik oluşturduklarına inanmak isterler. Daha somut söylemek gerekirse; Ahmet Ayşe’yi sevdiğinde, Ayşe artık: harikadır, olağan dışıdır, zekidir, yıldız gibi parlak gözleri vardır, kısacası Ahmet’in aradığı her şeye sahiptir. Bu bağlamda partnerler birbirleriyle mükemmel bir uyum içindedirler! Ne şimdi ne de ileride herhangi bir sorunları olabileceğini hayal bile etmekte güçlük çekerler. Bu bağlamda aşk, insan yaşamında pozitif anlamda bir yanlı bakışın en çok egemen olduğu nadir alanlardan birisi olmaktadır. Öyle ya, yaşadığımız dünyada deneyimlediğimiz birçok olumsuz yaşantı bizleri karamsar bir bakış açısı içinde olumsuz bir yanlılığa sürüklerken, aşk yaşantılanırken ilginç bir biçimde her şey olduğundan da olumlu görünmez mi?
Aslında aşk gerçek bir ilişki değil, hayali bir birliktelik hatta olağan dışı bir kaynaşmadır. Romeo Juliet’e ‘sen benim güneşimsin’ der. Adem ise Havva’ya ‘senle ben etle tırnak gibiyiz, birimizin yokluğu ötekinin de sonu olur’ der. Böyle bir süreçte “ben”ler “biz” olabilmek pahasına yok olmaktadır. Aşk bu bağlamda bir kaynaşma olarak düşünülebilir. Aşk ilişkisinde partnerler birbirlerinin temel mutluluk kaynağı olduklarından ve neredeyse birbirleri için doğduklarını düşündüklerinden aşık olma dönemi aynı zamanda hayali bir birlikteliği de temsil eder. Ancak aşkın hayali özellikler taşıyor olması her zaman gerçekçi olduğunu iddia eden insanların bile aşık olma arzusunu köreltememektedir. Çünkü insanların yaşamlarında en özgür oldukları yer hayalleridir. Hayaller hep gerçeklerin önünde gider. Birçok insan aşkın abartılı yaşandığını bilmekte hatta aşkı bir “çıkmaz” olarak tanımladıklarında bile “ama içinden çıkmak istemediğim bir çıkmaz” demektedirler. Duyguların mantığa meydan okuduğu ve kazandığı bu süreci böylesine çekici hale getiren nedir? Aşkın, çoğu insanın derinde kendisine sakladığı iyi ve sevecen yönlerini ortaya çıkaran yanı mı? Sayısız sahteliklerin yaşandığı dünyada emsalsiz bir içtenliği geçici bir süre içinde olsa simgeliyor olması mı? Tüketici dünyasında baş döndürücü olduğu söylenen bir duyguyu tatma ve tüketme isteği mi? Bir ihtiyaç olarak algılandığı için yokluğunun derinden hissedilmesi mi? Varlığında tüm mutsuzlukların ortadan kalkacağına yönelik bir beklenti mi? Yoksa elmanın diğer yarısını bularak ancak böylelikle bir bütün olunacağını düşünmek mi?
Çoğu zaman çevremizdekilere aşık olmakla birlikte giderek globalleşen bir dünyada insanlar tamamen farklı kültürlerden gelen, farklı inanış ve değerlere sahip kişilere de çekilip, aşık olabiliyorlar. Belki aşkın farklılıklar dahil her güçlüğün üstesinden gelebileceğine inandıkları için. Belki de aşkın anlamsız bir yaşamı bile anlamlı hale getirecek bir gücü olduğuna inandıkları için. İşte bu nedenle aşkı bir görme kusuru olarak tanımlamak mümkün. Bu bağlamda aşk “farkındalık olmaksızın yani hesapsız bir sevebilme gücü” olarak tanımlanabilir. Yine bu nedenle daha saf ve naif bir yaşantı belki de.
Diğer yandan giderek globalleşen bir dünyada aşkta kolaylıkla tüketilebilen bir duygu olabiliyor. Belki de insanlar giderek daha az korkuyorlar aşkı tüketmekten. Nasıl olsa her şey tükenmiyor mu? Nasıl olsa aşkı aşık olduğumuzdan daha çok sevmiyor muyuz? Eski aşklardan yeni aşklara geçiş yapmıyor muyuz? Herkes yaşamının bir döneminde aşık oluyor. Önce aşık oldukları kişileri “deli gibi” sevdiklerini ve asla başka birini sevemeyeceklerini söylüyorlar. Sonra aşklarını yitiriyorlar, acı çekiyorlar ve bir daha asla aşık olamayacaklarını söylüyorlar. Peki daha sonra ne oluyor? Tekrar aşık oluyorlar! Yani aşık olmanın kendisini aşık olduklarından daha çok seviyorlar.
Eğer aşk geçici bir görme kusuru ise eninde sonunda görme alanı netleşecektir. Birlikte yaşama süresinin uzaması, ya da evlilik bazen bu görme kusurunun beklenenden önce düzelmesine neden olur. Beklenenden önce diyorum çünkü günümüzde herkes “aşk ne kadar sürer?” gibi bir sorunun cevabının peşine düşmüş durumda. Mümkünse aşkı olabildiğince uzatmak istiyorlar. “Büyüsel bir süreç, olağanüstü güzel bir rüya” olarak tanımlanan bir yaşantının çabuk bitmemesini istemek tabiî ki anlaşılmaz bir durum değil. Ancak buradaki talihsizlik aşk bitince her şeyin biteceğini ve ilişkinin anlamsızlaşacağını düşünmek. Aşkın ne kadar süreceği şeklinde bir soru bu noktada anlam kazanıyor veya kaybediyor. Eğer insanlar aşk yok olduğunda onun yerine gelebilecek duygunun en az aşk kadar doyurucu olabileceğine inansalar, aşk ne zaman biter sorusu eminim bu kadar önemli olmazdı. Ancak her aşkta sevgiye dönüşmüyor elbette. Bu noktada önemli olan aşkın sevgiye dönüşüp, dönüşmemediği önümüzdeki sayılarda aşkın sevgiye dönüşebilmesi için partnerlerin özen göstermesi gereken noktalar üzerinde daha çok yazmaya çalışacağım.
Sınırlı bir ömrü olduğundan, doğal olarak aşk iyi bir evlilik için asla yeterli olamayacaktır. Peki evlilik içinde mutluluğu ya da mutsuzluğu belirleyen nedir? Yaşanan sorunların sayısı ya da niteliği mi? Evlenilen kişiden kaynaklanan sorunlar mı? Yine önümüzdeki sayılarda daha uyumlu ve mutlu evliliklerdeki ortak özellikleri gözden geçirecek ve mutlu bir evliliğin vazgeçilmez öncülleri olan iletişim ve sorun çözme becerileri üzerinde duracağım.
Sorunlu evliliklerde en sık görülen özelliklerden biri eşlerin birbirlerini suçlamaları. Bu suçlamalar sonucunda eşler zaman zaman umutsuzluğa kapılıyor ve “Yürümüyor işte…”, “Hep aynı şeyler oluyor”, “Bu ilişki onun umurunda bile değil”, “Hatalarını asla kabul etmiyor”, “İlişki iki kişiyle yürür ama o her şeyi benden bekliyor”, “Hiçbir şey değişmeyecek” gibi düşünebiliyorlar. O zamanda ilişki için daha fazla çaba sarf etmenin anlamsız olduğunu düşünülüyor. Geçmişin ve şimdiki yaşantının kötü olması yanı sıra geleceğinde umutsuz görünmesi eşlerin daha da karamsarlaşmasına hatta evliliğin sonlanmasına neden olabiliyor. Bu suçlamalar çoğu kez bazı güzel! açıklamaları da beraberinde getiriyor. “Çok çocuklu bir aileden geliyor”, “Tıpkı annesi/babası gibi”, “Ailenin tek çocuğu olduğundan her istediği yerine getirilerek büyütülmüş”, “Çevresi onu hep şımartmış”, “Ana-babası ayrılmış olduğundan birlikteliğin ne demek olduğunu bilmiyor”, “Yakın ilişkilerde sorunu olmalı”, “Kendine saygısı ve güveni yok” hatta son zamanların popüler söylemi olan “Issız bir adam” gibi.
Oysa rahatsız olunan davranışlar ile ilgili hipotezler kurup açıklamalar yapmak evlilikte nadiren sorun çözer ya da mutluluk getirir. İlişkiler sorunlu hale geldiğinde kimin, hangi oranda “suçlu” olduğu ve suçun altındaki nedenlerin araştırılması bazen yalnızca soruna katkıda bulunur, çözüme değil… Önemli olan güzel açıklamalar yapmak değil, sorunun çözümünde etkili olabilecek yöntemler geliştirebilmektir. Çünkü aslında hiç kimse (psikiyatrlar dahil) neyi, niçin yaptığımızı kesin olarak bildiğini söyleyemez ve ilişkilerde mantıklı açıklamalar yapmak sorunu çözmekte asla yeterli değildir.
Nefret ettiğinizi bildiği halde aynı davranışları yapmakta ısrar eden ve daha önce 50 kez bunu yapmamasını söylediğiniz halde söylemlerinizi umursamayan partneriniz için öfke ile dişinizi gıcırdattığınız hiç olmadı mı? Ya da onun ilk tanıştığınız zamanki gibi olmadığını düşündüğünüz anlar? Hatta onu eskisi kadar sevmediğinizi düşündüğünüz zamanlar? Birazcık gerçekleri görebilse, biraz dediklerimi duyabilse diye üzülüp, ağladığınız ya da öfkelendiğiniz zamanlar? Yakın ilişkiler ve bu ilişkilerin kurumsallaştığı yer olan evlilik dünyasına hoş geldiniz! Uzun süreli ilişkilerde duygularının ara sıra iniş ve çıkışlar göstermesi son derece doğaldır. İniş yaparken yalnızca inişte olunduğunu gösteren işaretlere bakmamak gerekir. Çünkü yalnızca olumsuzlara odaklanmak onların daha çok görülmesini, daha çok görülmesi ise daha çok aranmasına neden olur. Böylelikle olumlular giderek görülmemeye ve yalnızca olumsuzlar fark edilmeye başlanır. Özetle, yaşamda ne aranırsa bulunacak olan o olacaktır.
Evlilikte sorunların net ve somut olarak tanımlanması, eşlerin birbirleri ile ilgili değişmesini istedikleri davranışların belirlenmesi ve tüm bunları yaparken ne tür stratejilerin kullanılması gerektiği de önümüzdeki sayılarda ele alınacak önemli konulardan bazıları olacaktır.
Evlilik içi yaşantılar arasında eşleri ve birlikteliği en çok yıpratan yaşantının sadakatsizlik olduğunu söylemek abartılı olmasa gerek. Sadakatsizlik mevcut birliktelik dışında üçüncü kişi/kişilerle yaşanan duygusal ve/veya fiziksel bir ilişki sonucu birlikteliğin beklenti ve standartlarının çiğnenmesi anlamına gelir. Birlikte yaşayan partnerle sadakatsizlikle karşılaştıkları takdirde bunun tereddütsüz ilişkilerinin sonu olacağını söylemelerine karşın gerçek yaşamda çiftlerin yarısından fazlası sadakatsizliğe rağmen ilişkilerine devam etme kararı almaktadırlar. Partnerler birlikte kalmaya karar verdiklerinde somut bir ilişki kaybı söz konusu olmasa da ilişkiye atfedilen olumlu nitelikler kaybolmaktadır. Sadakatsizlik her iki partneri de değiştirmekte ve böylelikle ilişkinin kendisi de değişikliğe uğramaktadır. Güven üzerine kurulu eski ilişki ölmüştür ve yası tutulacaktır. Dolayısıyla sadakatsizliğin ardından yaşanan süreç tıpkı sevilen birinin ölümünü izleyen süreç gibi şaşkınlık, şok, inkar, öfke, umutsuzluk, çaresizlik, üzüntü gibi evreler içerebilir. Bütün bunlara rağmen kulağa inandırıcı gelmese de sadakatsizlik sonrası birlikte yaşamaya devam eden çiftlerden bir kısmının ilişkilerinin sadakatsizlik öncesi dönemden daha da sağlıklı bir duruma gelmesi mümkündür. Bu sadakatsizlik sonrası ortaya çıkan kriz dönemi ve sonrasındaki gelişmelerin partnerler tarafından nasıl yönetildiğine bağlıdır.
Sadakatsizliğin yıkıcı etkilerinin daha çok sadakatsizliğe uğrayan kişide görüldüğü bilinmekle birlikte bu sadakatsizliği yapan partnerin acı çekmediği anlamına gelmez. Sadakatsizliğe uğrayan kontrol duygusunu, amaçlarını, kimliğini, adalet duygusunu hatta yaşama isteğini kaybedebilirken, sadakatsizlik yapan da suçluluk, utanç, belirsizlik, umutsuzluk gibi olumsuz duygular yaşayabilir. Bütün bu olumsuzluklar içinde kaybedilen güven tekrar nasıl kazanılacaktır? Sadakatsizliğe rağmen birlikte kalmayı tercih eden çiftler arasında mutluluğu ve güven duygusunu bir daha asla yakalamayan mutsuz çiftler olduğu gibi, acıyı sağlıklı bir biçimde geride bırakarak mutlu olmayı başaran çiftler de vardır. Travmatik süreci başarıyla geride bırakan çiftler incelendiğinde hemen hepsinin şu üç aşamadan geçtikleri gözlenir.
Özetle, sadakatsizlik sonrasında birlikte kalma kararı alan eşlerin birlikte geçmek durumunda oldukları zorlu süreçte kullanabilecekleri stratejiler tanımlanacaktır. Amaç sadakatsizlik acısını geride bırakmaya çalışan partnerlerin yapmaları ve yapmamaları gerekenleri detaylarıyla tanımlayan bir kendi kendine yardım yöntemi aktarmak olacaktır.
Umarım yeni dergimizin yolculuğu siz değerli okuyucularımız için keyifli olur. Herhangi bir son durak amaçlanmamakla birlikte yolculuğu keyifli yapan sonuçlar değil içinden geçilen süreçtir. Yazarlarımıza ve tüm okuyucularımıza yaşamın zaman zaman kaçınılmaz olabilen acılarında da anlam bulabilecekleri bir yolculuk yapabilmeleri dileklerimle.