Birçok ünlü çift de olmak üzere pek çok çift yoğun bir şekilde ayrılığı seçiyor. Sizce boşanmalar neden bu kadar yoğunlaştı?

Eşler arasında oluşan ayrılıkların en önemli nedenlerinden biri partnerlerin giderek birbirlerine yabancılaşması yani birlikte geçirilen zamanın giderek daha az keyif veren bir sürece dönüşmesidir. Başka bir deyişle eşlerin birliktelilerinde bedeller/ödüller dengesi, bedeller lehine artmış birlikteliğin getirdiği ödüller ise azalmıştır. Özetle, evlilikten önceki ilişkinin daha çok olumlulara açık olması, partnerlerde çeşitli sorunlardan arınmış bu yaşam biçiminin evlilikte de devam edeceği düşüncesini oluşturur. Partnerler, evlilik sürecinde de evlilik öncesinde olduğu gibi birbirlerine odaklı yaşayacakları, birbirlerinden sürekli ödül alacakları ve ağırlıklı olarak zevk ve doyum üzerine kurulu bir birliktelikleri olacağını varsayarlar. Basit bir biçimde söylenecek olursa ödüllerle bedeller arasındaki denge, âşık olma döneminde ödüller lehine (aşk sözcükleri, birlikte geçirilen zaman, duygusallık ve cinsellik gibi) bir fazlalık göstermektedir. Evlilik sürecinde ise bedeller (ev işleri, ikili yaşamın getirdiği güçlükler, ekonomik koşullar, çocuk bakımı, dış dünyadaki sorunların eve gelmesi gibi) artmaya, ödüller ise azalmaya başlar. Çünkü artık yalnızca ödüller değil gerçek birlikteliğin sorumlulukları da devreye girmiştir. İlginç olan ise her iki partnerin ödüllerin azalmasından birbirlerini sorumlu tutmalarıdır. Bedel-ödül dengesi bedeller lehine arttığında, romantik rüyanın oluşturduğu doyum ve zevk üzerine kurulu beklentilerin gerçekçi olmadığı anlaşılır. Bu bağlamda aşk bir görme kusuru, evlilik ise görme kusurunun istemdışı tedavisidir. Belki de evliliğin sağlıklı bir biçimde devam edebilmesi, öncelikle partnerlerin evliliği yalnızca romantik bir rüyanın devamı olarak algılamalarını değiştirmeleri (tamamen ortadan kaldırmaları değil) ile mümkündür. Daha da önemlisi,birbirlerinden farklı geçmişleri, beklentileri, ihtiyaçları, tepkileri ve duyarlılıkları olan iki ayrı bireyin, rutin seyreden bir ilişki içinde uyumla yaşayabilmeleri sanatıdır evlilik. Belki de o yüzden boşanmalar ve mutsuz evlilikler artıyor günümüzde. Herkes sanatçı olmayı öğrenemiyor.

Değişen sosyal yapı ve değerler içinde, geçmişin ‘sorumluluklar’ kavramı yerini günümüzün ‘haklar’kavramına bırakmıştır. Hatta sorumluluk kavramı, günümüzde giderek komikleşen ve anlamını yitiren bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle evlenmek bir haksa, doğal olarak boşanmak da aynı şekilde bir hak gibi algılanmaktadır. Diğer yandan boşanmaların büyük bir ivmeyle artması giderek normalleştirilmesine ve boşanmayla ilgili olumsuz etiketlemenin raflara kaldırılması anlamına gelir. “Olmazsa boşanırım,” şeklinde, “kendine izin veren” bir düşüncenin evliliğe daha geçiş aşamasında belirmesi evlilik kararı konusunda daha cesur olunmasını sağlayabilir. Bunları söylemek boşanmalara ya da boşanmaları kolaylaştıran yasalara karşı çıkmak anlamına gelmez. Yalnızca “haklar” kavramını yüceltmek pahasına, “sorumluluklar” kavramını yok etmemek anlamına gelir. Çünkü yalnızca hakların konuşulduğu bir ortamda, sosyal sorunların nedenlerini anlamak zorlaşır. Toplum da bu tür sorunlara daha köklü çözümler üretmek yerine, geçici önlemler alır. “Bir ülkede daha mı çok suç işleniyor, daha büyük hapishaneler yapalım. Bir toplumda daha mı çok alkol, madde bağımlısı var, daha çok sayıda bağımlılık tedavi merkezleri açalım. Daha mı çok boşanma oluyor, boşanmayı kolaylaştıran yasalar yapalım” anlayışının yetersizliğine karşıyım. Toplumda kurumlararası denge olmalı. Bir yandan, boşanmaktan başka çözüm görünmeyen evliliklerin sonlandırılmasını kolaylaştıracak olanaklar sağlanırken, bir yandan da birlikteliklerin sonlandırılması yerine iyileştirilebileceği konusunda umut veren kurumların sayısında artış sağlanabilmeli. Başka bir deyişle, sorunlarına rağmen birlikte kalmayı isteyen ancak sorunlarını nasıl çözeceğini bilemeyen çiftlere yardım edebilecek nitelikte bilgi ve beceriler sunan kurumlara ve profesyonellere duyulan ihtiyaç önemsenmeli.

İnsan türü, doğası gereği kaygı ve acıdan kaçma eğiliminde olduğundan gerginlikten hızlıca kurtulmak ister. Boşanmaların yaygınlaşması ve böylelikle giderek sıradanlaştırılması, yaşanan acı veren deneyimlerden hızlıca kurtulmak adına, üzerinde yeterince düşünülmeden alınan kararlara yol açabilir. Bu da eşlerin birlikte sorun çözme becerilerini geliştirmeleri yerine kolay yolu yani boşanmayı seçmeleri anlamına gelir.Oysa her sorun, çiftlerin birbirleri ile olan bağlarını güçlendirmek için sunulmuş bir fırsat da olabilir. Sorunlu evliliklerde eşler birlikte sorun çözmek amacına yönelik bir ekip oluşturmayı öğrenmek yerine sorundan kaçmayı öğreniyorlar. Daha da kötüsü, boşanan eşler bir sonraki beraberliklerinde de sorunlara katlanamıyorlar. Çünkü yeni ilişkilerinde de çatışmalar ve sorunlardan arınmış birliktelikler umuyorlar. Bazı boşanmış kişilerin daha sonradan geçmişteki evliliklerinde ilişkilerini daha iyiye götürme konusunda yeterince çaba harcamadıklarını itiraf etmeleri oldukça ilginç bir bulgu.

Şiddetin her türlüsü ve kötüye kullanım gibi davranışların var olduğu ve bu nedenle boşanmaktan başka çözüm görünmeyen evlilikleri tamamen ayrı tuttuğumu belirtmek isterim. Şiddet öğrenilen bir davranış ve tersi de öğrenilebilir. Ancak şiddetten vazgeçmeyi öğrenme sürecinde eşlerin bir arada kalıp kalmamaları, üzerinde iyi düşünülmesi gereken bir konudur.

Tabi bir başka önemli ayrılık nedeni de tüketiciliğin ağırlık kazandığı ve özendirildiği bir dünyada her şey gibi aşkın ve ilişkilerin de giderek hızla tüketiliyor olması. Muhtemelen insanlar aşklarını ve ilişkilerini tüketmekten giderek daha az korkuyorlar. Belki de insanlar aşık olmanın kendisini aşık oldukları kişilerden daha çok seviyorlar. Eski aşk ve ilişkilerden yeni aşklara, yeni aşklardan daha yeni aşklara geçiş yapıyorlar. Bu bağlamda aşk ve ilişki tüketiciler dünyasında yalnızca bir ihtiyacın giderilmesi ve daha fazla doyum sağlamak anlamına geliyor. Ta ki bireysel doyumun ötesindekileri görebilecek olgunlaşma sağlanıncaya kadar.

 

İnsanları birlikte tutan nedir ve hangi aşamada artık ayrılık çanları çalar?

İnsanlar bazen yalnızca karşılıklı çekim ve çekicilik sonucu oluşan bir bağ gerekçesiyle evlenebiliyor. Aradan yıllar geçiyor, çekim ve çekicilik kaçınılmaz olarak azalıyor. Bu çifti bir arada tutabilen tek güç yaşamlarının geri kalan kısmını bir arada geçirme kararı oluyor. Yaşamı bir arada geçirme kararı ise aslında aynı ilişki için verilen emeğin miktarına bağlı olarak alınıyor. Bir ilişki için verilen emek artıkça o ilişkiden kopmak zorlaşıyor. Eğer verilen emek tek taraflı ise bu sağlıksız birlikteliklerin devamına neden olabilirken çift taraflı olduğunda emek amacına ulaşabiliyor. Birine bağlanma insan türünün en önemli gereksinmelerinden biri. Sevgi ile bağlanma (bağımlılık değil) ise evrimsel açıdan yeni nesillerin oluşumunu ve güven içinde büyüyüp gelişebilmelerini sağlayabilecek bir süre için eşlerin güven, şefkat ve sevecenlik içinde birbirlerine odaklanabilmeleridir. Aşkın ya da herhangi bir birlikteliğin sevgiye dönüşmesi her şeyden önce zaman gerektiriyor. Çünkü sevgi yalnızca fiziksel ya da kimyasal anlık bir çekim değil. Sevgi, aşk gibi “bulunan” bir şey de değildir. Önce doğrulan, ardından büyütülüp geliştirilen ve özenli biçimde bakım verilen bir şey sevgi. Yalnızca bir duygu asla değil. Çünkü her duygunun (aşk, sevinç, öfke gibi) bir ömrü vardır ve ömrü tamamlanınca duygular da tükeniyor. Bazen sevgi ona onun ihtiyacı olanı, kendi ihtiyacınızdan vazgeçmek pahasına verebilmek oluyor. Güven ise uzun süreli birliktelik için sevginin kardeşi ve içeriğinde güvenilirlik, tahmin edilebilirlik, dürüstlük, adanmışlık ve sadakat gibi kavramları barındırıyor.

Bence evliliğin ya da ilişkilerin ayrılık gibi kritik gibi bir noktaya gittiğini gösteren erken ipuçları şunlar olabilir:

– Partnerinizin ya da eşinizin “verdiklerine” değil “vermediklerine” odaklanmaya başlamak

– Olumsuz gidişten onu suçlamaya başlamak

– Belki de ona başlangıçtan itibaren hiç aşık olmadığınızı düşünmeye başlamak

– Eşinizle aynı cinsiyetten bir başka kişinin yavaş yavaş ilginizi çekmeye başlaması, onun sizi çok iyi dinliyor ve anlıyor olduğunu düşünmeye başlamanız

-“İyi bir baba ya da anne ama iyi bir eş değil” gibi söylemlerin artması

– Pek çok şeyi denediğinizi ama ilişkiyi götürmekte işe yaramadığını düşünmek ve umutsuzluğun giderek artması

 

İyi ayrılabilmenin yolları neler?

Aslında her ayrılık acıdır. Acıyı kabul edebilmek ve acının muhteşem bir bilgi olabileceğini görebilmek gerekir. İyi ayrılabilmekten kasıt ayrılan kişilerin birbirlerine düşman olmamaları ise bu ancak acının öfkeye dönüşmemesi ile mümkündür. Ayrılık kaçınılmaz bir gerçek, her ayrılık öyküsü ise ayrı bir hüzündür. Hüzün ve yas bir kayıp ile ilgili duygular olmasına karşın öfkenin ardında incinmişlik, kırılmışlığın ötesinde haksızlığa uğramış olma düşüncesi vardır. Bazen de öfke kibri bırakıp sıradanlaşamamanın getirdiği bir duygudur. Bu öfke çoğu kez “beni nasıl sevmez, nasıl terk eder?” şeklinde yaşanan bir öfkedir. Ayrılık öfkeli benliklerde reddedilmişlik bağlamında yaşanır ve zaman zaman kişiler bu ayrılığı kendilerinin değersizleşmesi gibi algılar. Oysa bazen ayrılık yalnızca farklılıklardan kaynaklanabilir. Bence her birliktelik ayrılığı göze alabilmektir. Aynen yaşamın ölümü göze alabilmek anlamına gelmesi gibi. Her şey karşıtı ile birlikte anlam kazanır. Özetle iyi ayrılabilmek, iyi bir iletişimi, empatiyi, kabulü ve olgunlaşmış olmayı gerektirir. Diğer taraftan bu özellikler çift taraflı olduğunda ayrılmak zaten gerekmeyecektir.

 

Dünyada evlilik nereye gidiyor?

Genel eğilimlere bakarsak dünya genelinde evlilikler kısmen azalırken, birlikte yaşama oranları belirgin olarak artıyor. İnsanlar daha geç evleniyorlar, daha az çocuk sahibi oluyorlar ve evliliklerde boşanma neredeyse doğal bir sonuç haline gelmiş gibi görünüyor. ABD’de ilk evlilikten sonraki boşanma oranları %52-55’lere yükselmiş durumda. Avrupa da bu oran %40 – 50 arasında değişiyor. Yani iki evlilikten biri boşanma ile sonuçlanabiliyor. Daha ilginç olanı insanların bu istatistiklere göre yalnızca %50 yürüyen bir kuruma hala yatırım yapıyor yani evleniyor olmaları. Oysa bu bir iş ortaklığı olsa insanların yalnızca çok az bir bölümü %50 yürüyen bir kuruma tüm paralarını yatırırlardı. Ülkemizde oranlar bu kadar yüksek olmasa da 2010 yılı verilerine bakıldığında önceki yıllara göre boşanma oranları, evlilik oranlarından çok daha belirgin bir artış gösteriyor.

Diğer taraftan, günümüzde kurumların insan yaşamındaki rolleri de hem mikro hem de makro düzeyde değişikliğe uğruyor. 2001 yılına kadar evlilikler iki ayrı cinsiyet arasında geçekleşirken, aynı tarihten itibaren bazı ülkelerde aynı cinsiyetten kişilerin evlilikleri de yasallaşmış durumda. Bu değişiklik bize ne söylüyor, diye bakıldığında evlilik tanımının değiştiğini görmek mümkün. En azından ‘sınırlı’ olarak yapılmış evlilik tanımının giderek esnetildiğini ve genişletildiğini söyleyebiliriz.

Boşanma oranlarının yalnızca batıda değil daha geleneksel toplumlarda da arttığı göz önünde tutulduğunda birçok insanın garip ve anlaşılmaz biçimde idealize ettiği bu eski ve yaşlı kurumdan vaz mı geçmek gerekir? Evlilik 21’inci yüzyılda ilişkilerin kabulü ve saygınlığının korunması yönünden en iyi format mıdır? gibi soruların yanıtlarını bu kuruma dahil olmayı düşünen kişilere bırakmakla birlikte evlilik ve sonuçlarını (ödül, bedel ve sorumlulukları) şimdilerde daha çok düşünmek ve araştırmak durumunda olduğumuzu söyleyebilirim. Bir kuruma körü körüne, onu hiç sorgulamadan yapışmak bir ucu temsil eder. “Eskimiş çoraplarınızı atın, bu iflas eden eski ve yaşlı kurumdan vazgeçin,” sloganı da diğer ucu. Oysa iki uç aradasın ki 99 sayıyı görebilmek gerekir. İlişkiyi evlilik adı altında sosyal ve yasal olarak kabul gören bir paket içine koyup koymamayı tartışmaktan daha önemli bir konu var bence: Evlenmek mi, evlenmemek mi sorusu yerine, evlilik paketi içinde dışlanan, konuşulmayan gerçeği daha iyi görüp, tartışabilmek. İlişkileri, insanların yaşadıkları zaman diliminden kaynaklanan gereksinimlerini karşılayacak biçimde reformlar yaparak sürdürebilmek konusu önümüzdeki yıllarda daha çok tartışılacak gibi görünüyor.