Paprika dergimizin bu ikinci sayısının ‘light aşk’ kavramına ayrıldığını öğrenince aynı kavramı daha kapsamlı tartışabilmek amacıyla birbirlerinden çok farklı bakış açıları olduğundan emin olduğum çok değerli iki dostumdan konu ile ilgili görüşlerini istedim. Bu kişilerden ilki Psikiyatri camiasında özgün kişiliği ve renkli kimliği ile tanınan psikiyatr-yazar Prof Dr Sayın Ünsal Söylemezoğlu. İkincisi ise nükleer fizik doktoru olması yanı sıra şair kimliği ile de tanınan ve zaman zaman ayrıksı kaçan fikirlerini her zaman cesaretle dile getiren Sayın Dr Oğuzkan Bölükbaşı. Bakalım light aşk ile ilgili olarak neler söylemişler. Öncelikle onların görüşlerini sunacak ardından onların yazdıklarından anladıklarımı bir tartışma çerçevesinde aktarmaya çalışacağım.
ÜNSAL SÖYLEMEZOĞLU light aşk kavramı ile ilgili şunları yazmış:
ÖNCELİKLE TANIMDA BİRLİKTE OLMAK ÖNEMLİ. YAŞANILAN BİR İLİŞKİ TANIMLIYORSUNUZ VE DE BU İLİŞKİYE “LİGHT AŞK” ADINI VERİYORSUNUZ. AŞK LİGHT DA OLABİLİR, BEN BENZETİYORUM “HARD” DA OLABİLİR. BUNUN ÜZERİNDE DURMAYACAĞIM. AMA AŞKTAN NE ANLADIĞIMIZDA HEM FİKİR OLMAMIZ ÖNEMLİ. AŞKTAN BEN NE ANLIYORUM SİZ NE ANLIYORSUNUZ. LİGHT AŞK’I TANIMLAYAN AÇIKLAMALARINIZDAN BEN BU İLİŞKİLERİN AŞKLA YAKINDAN UZAKTAN BİR İLİŞKİSİ OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM. NE AD VERİLİR? SİZE ÇOK ÇOK TANIMLAR YAPABİLİRİM… BUNLARIN ÜZERİNDE DURMAYACAĞIM. BEN SİZE İNSANLARLA YAŞADIĞIM TERAPİ SETLERİNDEN VE DE TABİKİ KENDİ YAŞADIKLARIMDAN DÜNYADA MEVCUT GENİŞ BİR YELPAZEDEKİ PSİKOLOJİK YAKLAŞIMLARI HARMANLAYIP BANA EN YAKIN GELEN, İNANDIĞIM, AŞK TAN SÖZ EDECEĞİM BİRAZ.
SANA YÜKLEDİĞİM
ANLAMLARI
SENMİŞSİN GİBİ DÜŞÜNME..
ALDANIRSIN…
SEN..
O ANLAMLARIN İÇİNDE
SADECE..
BENDE VARSIN…
AŞK BİLİNÇLİ BİR SÜRECİN ÜRÜNÜ DEĞİLDİR VE DE MUTLAKA KARŞI CİNSLE YAŞANIR. AŞKTA KARŞIDAKİ İNSAN YOKTUR. BİZ ONU TAMAMEN BİLİNÇSİZ SÜREÇLERLE, FARKINA VARMADAN, BOYAYARAK VAR EDERİZ. AŞKTA PSİKOLOJİK BİR BOYAMA VARDIR. KARŞIMIZDAKİ İNSANIN BEĞENMEDİĞİMİZ, HOŞLANMADIĞIMIZ YANLARINI BİLİNÇSİZCE BOYAR VEDE ONU YÜCELEŞTİRİR, YÜCELEŞTİRİR, ÜLKÜLEŞTİRİRİZ.
AŞK BİR ENERJİ DOĞURUR. AŞIK OLDUĞUMUZDA DÜNYADAKİ HER ŞEY BİR ANLAM KAZANIR. GÖKYÜZÜNÜ HİÇ BÖYLE GÖRMEMİŞSİNİZDİR. AĞACIN YAPRAĞININ YERE DÜŞERKEN HAVADA RAKS EDERCESİNE DANSINI SEYREDERSİNİZ BİR ANDA. AŞK ÇOK YÜCE, COŞKULU, ENERJİ DOĞURAN BİR EKSALTAZYON, KENDİNDEN GEÇME HALİDİR.
PSİKOLOJİK BOYAMA, YÜCELEŞTİRME VE ÜLKÜLEŞTİRME İLE BAKMAYA DOYAMADIĞINIZ BİR SEVGİLİNİZ OLUYOR. VEDE BAKTIKÇA KENDİNİZDEN GEÇİYORSUNUZ. BU YAŞANTI İNSANIN HAYATTA KENDİNE SUNDUĞU EN BÜYÜK KOMPLİMANDIR. AŞKTA DÜNYANIN BÜTÜN HAZLARI TEK BİR HAZZIN İÇİNE, TEK BİR İNSANIN ÜZERİNE YAĞDIRILIR. HATTA AZ BİLE KALIR. AŞK YAŞADIĞI ZAMAN İNSANIN YÜREĞİ BIRAKIN DOLMAYI, TAŞAR… TAŞMA SÖZÜ TARİF EDİLEMEYEN BÜYÜK SEVİNÇTİR.
AŞIK OLMA GEÇİCİ BİR DURUMDUR. BALAYI MUTLAKA BİTER. DÜNYADA EN UZUN YAŞANILAN BİR AŞK OLMUŞ VEDE ÜÇ YIL SÜRMÜŞ. ORTALAMA AYLAR İÇERİSİNDE MUTLAKA SONA ERER.
HER AÇIDAN BANA UYGUN VE DOYURUCU OLACAĞINI BİLDİĞİMİZ BİR KİŞİYE, NE KADAR GAYRET EDERSEK EDELİM, BİR TÜRLÜ AŞIK OLMAYIZ. İKİ İNSANIN AŞKINDA, TARAFLARIN KENDİLERİNE AİT ÖZSEVERLİKLERİNİ DİĞER İNSANA YANSITIP, O İNSANI, KENDİNE OLAN SEVGİSİ İLE SEVMESİ SÖZ KONUSUDUR. AŞKTA İKİ İNSAN KARŞILIKLI OLARAK BİRBİRLERİNE KENDİ ÖZSEVERLİKLERİNİ YANSITTIKLARI İÇİN, PAYLAŞTIKLARI ŞEYDE, HER İKİSİNİN DE DEĞERİNİ ARTTIRAN BİR ÖZELLİK TAŞIR. ONUN İÇİN 2+2=5 EDER AŞKTA. KİŞİ ÖNCE KENDİNİ KAYBEDER, SONRA DİĞERİNİ KAYBEDER SONRA DA BİRBİRLERİNİN VARLIKLARINI KAYBEDERLER. ONUN İÇİN AŞKTA VE SAVAŞTA HER ŞEY MÜBAHTIR DERLER. HEPİMİZ BİLİRİZ “AŞIĞA BAĞDAT SORULMAZ, UFUKLARI AŞAR GİDER”…
AŞK İNSANIN KENDİNİ SINIRLARINI PARÇALARCASINA, YALNIZLIĞINA SON VERME ÇABASIDIR. HAYKIRIŞIDIR. İTALYAN YAPIMI “ET” FİLMİNİ SEYREDİN LÜTFEN.
SEKİZİNCİ KATTAN ZEMİN KATA ÜÇ ŞEKİLDE İNEBİLİRİZ. TEK TEK MERDİVENLERDEN İNERİZ, YÜRÜYEN MERDİVENLE YADA ASANSÖRLE. AŞIK OLMA DURUMUNDA BAZI İNSANLAR ASANSÖRLE BİR ANDA ZEMİNE İNEREK, ÇOK DERİN ÖZSEVER DUYGULARINDA YARA ALIRLAR. VURGUN YİYEN SÜNGER AVCILARI GİBİ. BU YAŞANTININ DERİNLİĞİ , İNİŞ HIZI VE YAŞANILAN ACI İLE BUNUN ÇÖZÜMLENEBİLİRLİĞİ İNSANIN MAZİSİ İLE İLGİLİDİR. ASANSÖRLE ANİ İNİŞLERDE BENLİK PARÇALANIYOR BAZEN. BUNUN RESTORASYONU DA UZUN ZAMAN ALIYOR…
AŞKA BURUN KIVIRMAYIN SAKIN,
O ÇÖL ORTASINDA ÇİMENLİ BİR YERDİR…
SEVGİLERİMLE
PROF. DR. ÜNSAL SÖYLEMEZOĞLU
Prof. Söylemezoğlu kendine özgü üslubu ile aşkın sınırlarının bireyin duygusal kapasitesi ile belirlendiğini söylüyor. Bireyin aşık olduğu kişiye yüklediği anlamların aslında karşısındaki kişiden çok kendisini yansıttığını, aşkın adını ister ‘light’ ister ‘hard’ koyalım, önemli olanın yaşantılananlar olduğunu belirtiyor. İçsel bir kapasite olarak tanımladığı aşkı, henüz kendisini ilişkiye bırakmaya hazır olmayanların ‘light’ olarak yaşayacaklarını vurguluyor. Aşık olma döneminde aşık olanın; karşısındaki kişinin istenmeyen, beğenilmeyen ya da benimsenmeyen yanlarını yine aşkın gücü ile boyayarak yok ettiğini ve böylelikle aşık olunanın idealize edilen bir kahramana dönüştürüldüğünü dile getiriyor. Aşkın aslında bireyin iç dünyasında arzuladıkları ve yarattıklarından ibaret olduğunu vurguluyor. Bireyin hayal gücü ve özseverliğinin dış dünyadaki bir nesneye yöneltilmesi ile oluşturulan aşkın kişinin kendine yaptığı en büyük kompliman olduğunu belirtiyor. Kişinin kendisine yaptığı bu komplimanın onun yaşam enerjisini artırdığını, beş duyusunun algı alanını genişlettiğini ve böylelikle yaşamın sıradan olaylarına yeni anlamlar kazandırdığını dile getiriyor. Karşılıklı yaşanan aşkın yüklenen yeni anlamlar ve özseverliklerin toplamı olduğunu ve böylelikle karşılıklı aşkın sinerjik olmaktan daha da öteye bir etki alanı oluşturarak matematiği bozduğunu ve böylelikle 1+1 in artık 2 den fazla ettiğini söylüyor.
Aşkı yitirmenin ise özsever duyguları yok ettiği için oldukça örseleyici bir yaşantı olabileceğine ve tamirinin bazen çok uzun bir süreci gerektirebileceğine dikkatleri çekiyor. Ayrılığın oluşturabileceği sonuçların boyutlarını daha iyi vurgulamak için de ‘Et’ filmine gönderme yaparak aşkını yitiren bireyin yalnızlığın acısına son verebilmek için aşkını yönelttiği kişiyi önce yok edişini ve ardından bedeninin parçalarını yiyerek onu sonsuzluğa kadar kendi içine alışını bizlere hatırlatıyor. Bazen ölümcül sonuçlara yol açabilecek olumsuz yan etkilerine rağmen ‘risk yoksa seyahat olmaz’ diyerek aşık olmanın günümüzdeki ‘light’ biçimine prim vermiyor ve ‘aşık olun çünkü aşk çöl ortasında bir vahadır’ diyor. Yazısı içeriğinde bir cümle ile de ‘aşkın yalnızca karşı cinsiyetle yaşanabilecek bir yaşantı’ olduğunu söylüyor. Kendisini çok yakından tanıdığım için bunun homofobik bir endişeden kaynaklanmadığından eminim ama yine de bu cümleyi anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim. Eşcinsellerin yaşadıkları aşk değilse nedir? Onların yaşadıklarının adını bizim koymamız ne derece doğru olur? Önemli olanın yaşantılananlar olduğunu söylediğimize göre ve onlar kendi yaşadıklarının adını ‘aşk’ koyduklarına göre bizim bu söylemi kabul etmememiz neyi değiştirir? Belki bir sonraki sayıda Sayın Söylemezoğlu ne söylemek istediğini bize açıklar.
OĞUZKAN BÖLÜKBAŞI ise şunları yazmış:
AŞKIN KALORİSİ
“Cinsel ilişki kilo kaybettirir
Ortalama bir insan, bir dakikalık öpüsme boyunca 26 kalori kaybeder. Yarım saatlik güzel bir seks de size 150 kalori kaybettirir. Öpüsmek, dişleriniz için de iyidir: Öpüsürken fazladan salgılanan tükürük, ağzın temiz kalmasını sağlar ve çürük riskini azaltır.”
(http://www.bayansitesi.net/bilinmeyen-seks-gercekleri.html)
Aşka dayalı cinsel ilişkide kalori kaybının daha fazla olması çikarimini yapmak pek yanlış olmaz sanırım. Cinsel ilişki olmadan da aşk kilo kaybettirir, özellikle kavuşulmamış aşklar insanı yemeden içmeden keser. Mecnun’un, Ferhat’ın, Kerem’in obezite sorunu olduğunu sanmıyorum.
Bu devirde Kerem de, Mecnun da, Ferhat da sadece masallarda kalan karasevdalılardan başka bir şey ifade etmiyor.
Serbest ilişki, light ilişki gibi yeni tür ilişkiler peydahlandı. Bu ilişkilerin anası hızla gelişen teknoloji, babası ise hızlı yaşanan hayat oldu. Sonuçta bu ilişkilerin kalorisi az, yağı alınmış, derinliği az olduğu için insanlara dağ deldirmiyor, çöllere düşürmüyor, düğmeleri zor çözdürmüyor.
Yeni tip ilişkiler iyi mi, kötü mü derseniz yanıtını vermekte zorlanırım. Çünkü iyilik de , kötülük de görecelidir. Kimi insan derin aşkları anlamlı ve yaşanılası bulur kimi insan tam tersini. Toplumsal değerler açısından olaya bakmak isterseniz, toplumsal değerlerin tanımlayıcısı bana göre teknoloji ve kentlileşmedir. Ve aslında bu konuda toplumsal değerlere bakmak da pek sağlıklı olmaz. Sokakta genç yaştaki kız kardeşini, ayrıldığı karısını vuranların da toplumsal değer bahanesi vardır. Asıl olan insani değerlerdir.
Şimdi konuyu dağıtmadan yeniden toparlamaya çalisayim. Light aşk, yani düşük kalorili aşk oldukça yoğun yaşanıyor, bunun sebebini yukarıda söylemiştim yani hızlı gelişen teknoloji, hızlı yaşanan hayat. Kentlileşme de buna katkıda bulunuyor tabii ki, çünkü hayat en hızlı kentlerde yaşanıyor. Köy ve kasabalara teknoloji girmiş bile olsa hayatın hızı bir türlü giremediğinden light aşka rastlamak olası değildir hatta oralarda gizli Kerem’ler, Aslı’lar vardır. Karasevda hastalıklarının henüz önü alınamamıştır.
Light aşk adı da üstünde insanları üzen bir aşk değil, eğlendiren bir aşk tipi gibi görünüyor. Paralar ortak ödeniyor, kimse kimseyi malı gibi sahiplenmiyor, bireyler kendi hayatlarını da özgürce yaşiyorlar. Belki “ihanet” kavramı da yok oluyor. “Sadakat” tanımı da değişiyor. Bunlar gelenekçi düşüncede çok kötü karşilansa bile önüne geçilemeyecek bir şekilde oluyor, oluşuyor. Hatta gelenekçi düşüncenin ahlakını da sorgular hale getiriyor. Çünkü kadın ve erkek bu light ilişkide eşit hale geliyor. Oysa gelenekçi düşüncede kadın namusu temsil ettiği için özgür değildir, erkek ise namus bekçisi olduğu için her mahallede düdük öttürür.
Zaman bunları yargılamak için erken olsa bile “kalorisi düşük aşk” gerçeği her gün medyada gördüğümüz, duyduğumuz okuduğumuz , günlük yaşantımızdaki ilişkilere kadar şahit olduğumuz ,bir olgu olarak cereyan ediyor.
Ben bir olayın, bir düşüncenin, bir değerin doğru- yanlış, iyi- kötü değerlendirmesini yapmadan önce tabiata uygun mu değil mi ona bakarım. Tabiata uygunsa doğrudur, değilse yanlıştır bana göre. Önce tabiatta örnegini ararım.
Light aşk tabiatın ta kendisi gibi. Ağaçlar, hayvanlar yüzde büyük bir oranıyla light aşk yaşiyor, şöyle de diyebiliriz tabiatlarının ihtiyaçlarına yeni deyimle doğalarının gereksinimlerine göre yaşiyorlar. Ağaçlar her yıl aynı ağacı tozlamaz, arı aynı çiçege koşmaz, kediler her Mart ayında bir önceki Mart’ın kedisini aramaz, neredeyse tabiat light aşkın kaynağıdır.
Üstteki paragrafı tersinden okuyan biri “biz hayvan mıyız, biz insanız mahlukların en şereflisiyiz” diyebilir. Desin, bu onun düşüncesi, lakin yaşamını ihtiyaçlar piramidinin gerçeklerine göre yönlendirdiğini bilmemesi de onun eksikliğidir yapacak bir şey yok.
Light aşkı temize çikarmak gibi bir iddiam yok, yalnızca varlığının tabiata uygun olduğunu söylüyorum. İnsan doğasına uygun mu derseniz, ben de insan doğası ne ki derim. İnsan doğası,egemen kalabalıkların değer yargılarının törpülediği bir haldedir. Genel insan doğası (id)tabii yaşamak ister, ama çevresinin ögrettikleri bu tabiliği bozar. O nedenle İsveçlinin, Arabistanlının, Hindistanlının, Amerikalının, Faslının, Almanyalının dünyaya bakışı , insan ilişkilerini algılayışı farklıdır ve hiç biri doğal değildir.
Sahi insan olmak nedir? Engin Geçtan şöyle söylüyor “Çagdas toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmiştir. İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu, soğuk bir günde karşilaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar.”
Bence çok kasmadan söylenmesi gereken budur. Light ilişkiler, light aşklar bugünkü yapının doğasına en uygun olan şeyler. Kentlileşme, hız derinliğine ilişkileri kaldırmaz.
John Lennon bir şarkısında mealen şöyle söyler “siz planlar yaparken, yanınızdan geçip giden hayattır”. Yıllar önce bu hızı keşfeden lakin bizim nesilden olduğu için Yoko Ono’ya tutkuyla bağlanan bu insan da yine tabiatın gereği olan çeliskileri yaşamak zorundaydı.
Sonuç olarak, doğal olan, dengeyi bozmayan, başkasının özgürlük alanını daraltmayan her yaşam şekli uygundur.
OĞUZKAN BÖLÜKBAŞI
MART 2011
Sayın Bölükbaşı antenlerimizi içinde yaşadığımız döneme ve bu dönemin değerlerine odaklandığımız zaman ‘light aşk’in anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir kavram olduğuna dikkat çekiyor. ‘Duygusallık nerede? Light aşk insanın derin doğasına uygun bir yaşantı olabilir mi?’ diyenlere insan doğasının tartışılabilir bir kavram olduğunu ve içinde yaşanılan dönemin egemen değerlerinin (tüketicilik gibi) temeldeki doğallığı yok edebilecek bir güç olduğunu ve değerlerimizin değişen koşullarda belki de yeniden biçimlendirilmesi gerektiğini söylüyor.
Aslında doğal olanın light aşk olduğunu çünkü doğanın kendisinin light aşkın kaynağı olduğunu vurguluyor. Buna kanıt olarak da bitkiler ve hayvanların ‘light aşk’ vari yaşantıları olduğunu dile getiriyor. Ünsal Söylemezoğlu’nun tersine light aşk’ın riskleri ya da bedellerinin de ‘light’ olacağını ve bu nedenle zaman zaman kaçınılmaz olabilen aşk acısının önüne geçilebileceğini ve yine bu nedenle daha eğlendirici olduğunu belirtiyor. İnsan yaşamının en travmatik deneyimlerinden biri olan ‘sadakatsizlik’ yaşantısının light aşk sayesinde tolere edilebilir bir hale dönüşebileceğini de dile getiriyor. Light aşkın geleneksel ahlakçılığı sorgulamak bağlamında da işe yarayacağını ve kadınlara da erkekler kadar özgürlük sağlamakta bir araç olarak kullanılabileceğini vurguluyor. Light aşkın ana ve babasını da tanımlama cömertliği gösterdiği yazısında hızla gelişen teknolojinin ana, ‘hızlı’ yaşanan bir yaşamın ise baba olduğunu söylüyor. Ekonominin her şeyden önemli olduğu bir dünyada güncel değerler bağlamında light aşkın bir enerji ekonomisine yol açacağını ve böylelikle insanı acılardan koruması yanı sıra dağ deldirmeden, çöllere düşürmeden sakince de yaşanabileceğine vurgu yapıyor.
Sayın Oğuzkan Bölükbaşına sormak istediğim soru ise şu: Yaşam süresinin kısalığına vurgu yaparak yalnızca olumlu duygulara ağırlık verilen ve sürekli acıdan kaçınmanın pompalandığı bir dünyada yaşamın anlamını yakalayabilmek mümkün olabilir mi? Yaşam yalnızca olumlu duyguların yaşandığı bir yer mi olmalı yoksa tüm duyguların mı? Aşk bazen ağır acılar getirse de acı ve başarısızlık çoğu kez başarı ve mutluluktan daha cömerttir çünkü daha çok şey öğretir. Acı, onu araştıran ve anlayan herkes için muhteşem bir bilgidir ve yaşama ve yaşadıklarımıza verdiğimiz değeri gösterir. Bir tedavi oturumunda ağlayan partnerinin gözyaşlarına hiç anlam veremediğini, ağlamaları nedeniyle partnerinden yana sıkıntıları olduğunu söyleyen ve bu nedenle yoğun ilişkilerden uzak durmayı (light aşkı) tercih ettiğini belirten ve söylemini daha da ileri götürerek ‘Ben hiç ağlamadım’ diye övünen birine ‘Sizin için çok üzüldüm’ demiştim. ‘Sizin partnerim için üzülmeniz gerekir. Niye benim için üzülüyorsunuz?’ diye sorduğunda ise ‘İnsanın yaşamında ağlayacak kadar değer verdiği hiçbir şeyin olmaması çok acı verici de ondan’ dediğimi hatırlıyorum. İnsanın acı verebileceği kaygısı ile sevgi yatırımı yapmasından korkması nedense bana pek yakın gelmiyor.
Ben kendi adıma ‘light aşk’ kavramı ile ilgili olarak sormak istiyorum. ‘Light aşk’ yaşayanlara sizin aşkınız ‘light’ mı diye sorsak kaçı birbirlerinin yanında bunun yalnızca ‘light’ bir aşk olduğunu söyleyecektir? ‘Light’ başlayan yaşantıların hep ‘light’ kalacağından ne kadar emin olabiliriz? Acaba insanlar kendi kendilerine ‘light aşk yaşıyorum’ derken aslında yalnızca düşüncelerinde oluşturdukları sorumlulukları yine düşüncelerinde hafifletmeye yönelik bir söylem içinde kendilerini rahatlatmaya çalışıyor olabilirler mi? Bence aşk yalnızca bir yaşantıdır ve yargılanmadan da yaşanabilir.